“Grand Canyon”da
ikinci sabah. Süleyman güneş doğuşuna kalkmak istemedi ama ben kaçırmak istemedim,
hatta fazla fotoğraf çekmeyip izlemeye karar vererek giyinip çıktım. Otel
binalarının çatısındaki dolunay muzipçe günaydın diyordu.
Güneş nazlı nazlı
yükselmeye başlayınca tüm dikkat o tarafa çevrildi. Ortam bir anda o kadar
mistik oldu ki, neden yükseltilere çoğu Hindu dinine ait tapınak isimlerinin
verildiğini daha iyi anlayabildim.
Kanyon boyunca uzun uzun yürüdüm sonra Süleyman’ı
uyandırıp kahvaltıya gittik. Bugün dönüş günü ama daha görmek istediğimiz araba
girişi yasak olan birkaç nokta olduğundan bavulları arabaya yükleyip merkezdeki
otoparka parkedip, turuncu otobüse bindik.
Biraz yol almıştık
ki trafik durdu, bir de baktık ki sağ tarafta parkın simgesi olan dört iri
geyik(elk) var. Onları görmek çok hoş oldu. İlk durak “Yavapai point”, sonra “Mather
point”. Gidiyoruz diye manzarayı içimize sindirmeye çalışıyoruz. Hava soğuk ama
masmavi bir gökyüzü var, belki de bu yüzden bu gün her şey daha da güzel
geliyor gözümüze.
Üçüncü durakta girdiğimiz Jeoloji Müzesi kanyonun nasıl
oluştuğunu o kadar güzel anlatıyor ki, zaman sorunumuz olmasa 1-2 saat daha
kalabilirdik. Son durak “South Kaibab Trailhead”. Buraya geldiğimizde sırtında
kocaman sırt çantaları ile kanyonun dibine gitmek için yürüyüşe başlayan
gençlerle karşılaştık. Kanyonun yüksekliği iki kilometre olmasına rağmen
aşağıya iniş genelde 4-5 saat sürüyormuş. Kolorado Nehri kenarında kamp
yapılabiliyor, park yönetiminden izin almak şartıyla. Aslında ilk gün öğrenip
de, keşke daha önce bilseymişiz dediğimiz ve giden herkese tavsiye edeceğimiz
ilk şey aşağıda nehrin kenarında bizim otelin bir parçası olan “Phantom Ranch”de
de bir gece kalmak olur. Eğer yürüyüş yapmak istemiyorsan katırlarla öğlenden
sonra indiriyorlar, güneş batışını seyrediyorsun, gece orda yemek yiyip uyuyup
sabah güneş doğuşunu seyrettikten sonra, kahvaltını yapıp tekrar katırlarla
geri dönüyorsun. Eminim muhteşem bir tecrübe olur, hele bizim gibi dolunayı
yakalarsan. Fakat çok az oda olduğundan rezervasyonlar çok çabuk doluyormuş.
Saat artık biri
geçiyordu. Önümüzde beş saatlik bir yol var. Arabayı LasVegas’ta teslim edip, sekizdeki
San Fransisco uçağımızı yakalayabilmek için yola çıktık. Beklediğimizden daha
erken “Hoover Dam”e varınca hemen park yerine girip giderken çıkamadığımız
köprüye çıkıp birkaç fotoğraf çekip yola devam ettik.
Herşey yolunda
gitti ve saat onbuçukta San Francisco’daki “Wyndham Parc55” otelindeki odamıza
girince yorgunluktan uyuyakaldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder