Geldiğimden beri en
büyük sorunum internet. Oturduğumuz evde günlük 1GB internet kotamız var ve her
öğlen yenileniyor. Ne yapıyorum bilmiyorum ama kullanmaya başladıktan iki saat
sonra günlük kotanızın yüzde seksenini kullandınız, onun için internet hızınız
düşürülmüştür diye bir mesaj alıyorum. Buda beni sinir ediyor, hele Türkiye’de
ve Amerika’da evde veya dışarıda limitsiz kullanmaya alışmışken. Burada
Starbucks’ta bile ancak içecek bir şey alırsan sana bir şifre veriyorlar ve
maksimum bir saat o şifre ile bağlı kalabiliyorsun.
Bu yüzden bu sabah
Süleyman ile birlikte üniversite’ye gittim. Öğlene kadar keyifli çalıştıktan
sonra beraber yemek yedik ve yemekten sonra da hemen okulun bitişiğindeki
Botanik bahçesinde gezindik. Brisbane Tropikal iklime sahip olduğundan
bizdekilerden çok farklı ağaçlar var. Hele “Banyan” ağaçlarının heybetleri
karşısında hayrete düştük.
Bu ağaçlar
Hindistan orijinli. Hintli tüccarlar
kocaman gölgesinden yararlanmak için bu ağacın altında tezgâh kurarlarmış, bu
yüzden Hint lisanında tüccar anlamına gelen “banyan” ismi İngilizler tarafından
bu ağaçlara verilmiş. Hindu inanışına göre Brahma öldüğünde bir Banyan ağacına
dönüşmüş ve ruhu bu ağaçlarda yaşıyor, bundan dolayı ağaç ne kadar büyüse de
hiç kesmezlermiş. Ağaç da bir şekilde kendini korumaya alıyor, kuvvetlenen
dalları kırılmasın diye aşağıya yeni kökler sarkıtıyor ve bunlar toprağa
değdiğinde, sertleşip dalı destekliyor. 1870’lerde Avustralya’ya getirilmiş bu
ağaçları şehrin çoğu meydanında da görmek mümkün.
Ne olduğunu
bilmiyorum ama görünce şaşkına döndüğüm diğer bir bitkide bu oldu.
Tam çıkarken
gördüğümüz yavrularını korumaya çalışan bu kuş ailesi bizden zarar
gelmeyeceğini anlayınca fotoğraf çekmemize izin verdiler.
Türkiye ile 8 saat
farkımız olduğundan çocuklarımın uyanmasını beklemek için yine biraz çalıştık.
Konuşmalarımızı yapıp eve döndük.
Spor yaptıktan
sonra akşam yemeği için South Bank bölgesinde yani nehrin karşı kıyısında bir
Çin Lokantasına gitmeyi planladık. Belediyenin şehrin merkezinde ring seferi
yapan bedava bir kırmızı otobüsü, nehirde ise yine ring seferi yapan bedava bir
kırmızı teknesi var. İskelede evimize yürüyerek 3-4 dakika olduğundan bu tekne
ile karşıya geçmeye karar verdik. Nehrin kıyısında yürürken yolun temizliği
dikkatimizi çekti. İstanbul’da sahilde yürürken görmeye alışık olduğumuz
çekirdek kabukları veya sakız kalıntıları yok, ne bir pet şişe, ne de bir çöp.
Çok üzüldük memleketimizin pisliğine. Ama sanırım bu ülkede çekirdek yok!!
Oysa nehir
kenarındaki bu yürüyüş yolunda yürüyenler, bisiklete binenler, kıyı boyunca
sıralanmış lokanta ve barlara gelenler, karşı kıyıda değişik bölgelere giden
teknelerin kalktığı üç ayrı iskeleye gelenler var. Yani gün boyu yoğun bir
bölge. Ama her yer tertemiz. İnsanlar birbirine saygılı. Bedava tekneye binmek
için bile kuyruğa biniyorlar, çoğusuda şık giyinmiş belli ki ya bu kıyıda bir
şeyler yemiş evine gidiyor ya da karşı kıyıya yemeğe gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder