Londra bir müzeler
cenneti. Otuz günün her günü bir müzeye gitsem bile bitiremem herhalde. Bugün “Tate
Modern”deyim, en sevdiğim. Önce biraz tarihçesini anlatayım.
1889 yılında Şeker
Endüstrisinde zengin olmuş Henry Tate, toplamış olduğu İngiliz sanatçılara ait tabloları
“National Gallery”e bağışlamak ister, ama müzede yer olmadığından kabul
etmezler. O tarihlerde bütün tutuklular Avustralya’ya gönderildiğinden Millbank’de
bulunan boş hapishaneyi müze yapması teklif edilir ve 1897 yılında sadece
İngiliz sanatından eserlerle oluşturulan “The Gallery at Millbank” açılır. 1932
yılında müzenin adı “Tate Gallery” olarak değiştirilir. Mütevelli heyeti,
sanatı İngiltere’nin değişik şehirlerine taşımaya karar verir ve 1988 yılında
Liverpool’de, 1993’de ise St. İves’da iki müze açar.
1992 yılında ise
Tate Mütevelli Heyeti modern sanat için bir müze yapmak istediklerini açıklar.
1981 yılında üretimini durdurmuş olan "Bankside Elektrik Santrali"ne
ait nehir kenarındaki bina yeni müze için seçilir. Kahverengi kiremit yapı ve
tam ortasındaki baca korunarak içi müzeye uygun hale getirilir ve Mayıs 2000’de
açılır. Müze o kadar büyür ve ilgi görür ki bu günlerde yanına ek binalar
yapılarak büyütülüyor.
Kalabalıktan dolayı
bir türlü güzel fotoğrafını çekemediğim müzenin profesyonelce çekilmiş
fotoğrafı.
Dördüncü kattaki
abstract resimleri bana çok hitap etmese de anlamaya çalışarak çok zaman
geçirdim. Üçüncü kattaki “Marlene Dumas” sergisine ait broşürdeki resimleri
sevmediğimden girmedim ve öğlen yemeği için altıncı kattaki lokantaya çıktım.
Burasını hep severim yemeklerinden dolayı değil de gözlerimizin önüne serdiği
muhteşem Londra manzarasından.
Uzun öğlen
keyfinden sonra ikinci kattaki kalıcı sergideki sevdiğim eserleri yeniden
görmek keyfimi daha da artırdı. Dali, Picasso, Rothko, Miro’nun yanı sıra geçen
hafta Pera Müzesinde sergisini gezdiğim Alberto Giacometti’nin iki eserini
görmek güzel oldu.
Çıkışta yağmursuz
ve serin bir Londra havasında nehir kıyısında yürüyüp “Shakespeare’s Globe
Theatre”, “Southwark Cathedral”, “Hay’s Arcade” gibi görülmesi gereken yerlere ve
günümüze kadar korunup güzelliklerinden hiç bir şey kaybetmeden,
yozlaştırılmadan hâlâ ayakta duran eski yapılara kıskançlıkla bakarak, keşke
bizim memleketimizde de sanatın, sanatçının, tarihin kıymeti daha çok bilinse
diye düşünerek eve döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder