8 Nisan 2015

6.04.2015 Pazartesi

Dün Southbank’te yürürken “Waterloo Bridge”in karşı kıyıdaki ayaklarının yanında gördüğümüz Dikilitaş ilgimizi çekmişti, bu gün onu keşfetmeye gidiyoruz. “Embankment” metro durağında inip yürüyünce aradığımızı bulduk. “Cleopatra’s Needle” olarak isimlendirilen anıt İÖ 1475’li yıllarda yapılmış. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1819’da, İskenderiye’de kumların içinde yatık vaziyette duran, bu Dikilitaşı İngilizlere hediye etmiş. Ama 28 metre uzunluğundaki bu taşı İngilizlerin yerinden kaldırıp getirmesi 59 yıl sürmüş. Ancak 1878’debugünkü yerine konulmuş. Dikilitaş'ın yanında yer alan iki bronz sfenks ise bir İngiliz tarafından yapılmış, ama koruyucu olan sfenksler yanlış tarafa bakar şekilde yerleştirilmişler. Bu taşın ikizi ise New York’ta Central Parktaymış.


Aslında bunları görünce, okuyup öğrenince insan üzülüyor. “British Museum”da veya Berlin’de ki Bergama Müzesindeki eserlerin çoğu da Osmanlı döneminde hediye edilmiş, verilmiş veya çalınmış. Herhalde biz de bu taş parçalarından nasıl olsa çok var diye düşünülmüş.
İngiltere’nin her sokağı tarih dolu aslında. Savunma Bakanlığına ait binaları geçtikten sonra karşımıza çıkan “Whitehall Gardens” ve arkasındaki muhteşem bina 1530’larda 8. Henry’in yaptırdığı Kraliyet Sarayının günümüze kalan bölümü. Hükümet binalarını geçip, habercilerin söylediği gibi, “No:10, Downing Street”de ki Başbakanın ofisine geldik. Tam karşısında İkinci Dünya Savaşında savaşmış kadınlar için yapılmış anıt gördüğüm en etkileyici savaş anıtı olabilir.




Biraz yürüyünce, Kraliçenin koruyucuları olan “Atlı Muhafızlar”ın önüne geldik. Simsiyah atları üstünde tüm ciddiyetleri ile oturan iki genç asker fotoğraf çekenlerin ilgisinden sıkılmış gibilerdi. Muhafızların arasından içeriye yürüyünce karşımıza yemyeşil “St. James’s Park” çıktı.


2-3 gündür güneş gören ağaçlar tomurcuklanmış, laleler ise açmaya başlamışlar bile. Bankta oturup göldeki ise kuğular ve ördekleri seyretmek çok keyifli oldu. Gölün üstündeki köprüye çıkıp tam ortasında durunca doğuda solda Whitehall’un kubbelerini, sağda “London Eye”ı, batıda ise “Buckingham Sarayı”nı görülüyor. Dinlenince saraya doğru yürümeye başladık. 


Tepesinde bayrak dalgalanıyordu, demek ki Kraliçe içerdeydi. Aslında saray Londra’nın diğer tarihi binalarına nazaran çok daha sade, sadece sütun başlarında taş oymaları var. Bana çok şık geldi ama Süleyman’ın okuduğu kitaba göre tarihçiler mimarisini soğuk bulurlarmış. Belki Kraliçe bizi çaya davet eder diye sarayın önündeki “Queen Victoria Anıtı”nın etrafında oyalandık ama kimse bizi çağırmayınca biraz ilerideki “St. James’s Palace”a yürüdük. Burası da Prens Charles tarafından kullanılıyormuş. Onlardan da davet gelmeyince metroya binip evimize döndük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder