Dün Southbank’te
yürürken “Waterloo Bridge”in karşı kıyıdaki ayaklarının yanında gördüğümüz Dikilitaş ilgimizi çekmişti, bu gün onu keşfetmeye gidiyoruz. “Embankment”
metro durağında inip yürüyünce aradığımızı bulduk. “Cleopatra’s Needle” olarak isimlendirilen anıt İÖ 1475’li yıllarda yapılmış. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa 1819’da,
İskenderiye’de kumların içinde yatık vaziyette duran, bu Dikilitaşı İngilizlere
hediye etmiş. Ama 28 metre uzunluğundaki bu taşı İngilizlerin yerinden kaldırıp
getirmesi 59 yıl sürmüş. Ancak 1878’debugünkü yerine konulmuş. Dikilitaş'ın
yanında yer alan iki bronz sfenks ise bir İngiliz tarafından yapılmış, ama
koruyucu olan sfenksler yanlış tarafa bakar şekilde yerleştirilmişler. Bu taşın
ikizi ise New York’ta Central Parktaymış.
Aslında bunları
görünce, okuyup öğrenince insan üzülüyor. “British Museum”da veya Berlin’de ki Bergama
Müzesindeki eserlerin çoğu da Osmanlı döneminde hediye edilmiş, verilmiş veya
çalınmış. Herhalde biz de bu taş parçalarından nasıl olsa çok var diye
düşünülmüş.
İngiltere’nin her
sokağı tarih dolu aslında. Savunma Bakanlığına ait binaları geçtikten sonra
karşımıza çıkan “Whitehall Gardens” ve arkasındaki muhteşem bina 1530’larda 8. Henry’in
yaptırdığı Kraliyet Sarayının günümüze kalan bölümü. Hükümet binalarını geçip, habercilerin
söylediği gibi, “No:10, Downing Street”de ki Başbakanın ofisine geldik. Tam
karşısında İkinci Dünya Savaşında savaşmış kadınlar için yapılmış anıt gördüğüm
en etkileyici savaş anıtı olabilir.
Biraz yürüyünce,
Kraliçenin koruyucuları olan “Atlı Muhafızlar”ın önüne geldik. Simsiyah atları
üstünde tüm ciddiyetleri ile oturan iki genç asker fotoğraf çekenlerin
ilgisinden sıkılmış gibilerdi. Muhafızların arasından içeriye yürüyünce
karşımıza yemyeşil “St. James’s Park” çıktı.
2-3 gündür güneş gören ağaçlar
tomurcuklanmış, laleler ise açmaya başlamışlar bile. Bankta oturup göldeki ise
kuğular ve ördekleri seyretmek çok keyifli oldu. Gölün üstündeki köprüye çıkıp
tam ortasında durunca doğuda solda Whitehall’un kubbelerini, sağda “London Eye”ı,
batıda ise “Buckingham Sarayı”nı görülüyor. Dinlenince saraya doğru yürümeye
başladık.
Tepesinde bayrak dalgalanıyordu, demek ki Kraliçe içerdeydi. Aslında
saray Londra’nın diğer tarihi binalarına nazaran çok daha sade, sadece sütun
başlarında taş oymaları var. Bana çok şık geldi ama Süleyman’ın okuduğu kitaba
göre tarihçiler mimarisini soğuk bulurlarmış. Belki Kraliçe bizi çaya davet
eder diye sarayın önündeki “Queen Victoria Anıtı”nın etrafında oyalandık ama
kimse bizi çağırmayınca biraz ilerideki “St. James’s Palace”a yürüdük. Burası da
Prens Charles tarafından kullanılıyormuş. Onlardan da davet gelmeyince metroya
binip evimize döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder