Bugün istikamet “British
Museum”. Hava gri ve yağmurlu, bakalım otuz günün kaçında güneş göreceğiz. Herkes
bizim gibi düşünmüş galiba. Metrodaki kalabalık inanılmaz. İstanbul’daki iş
çıkış saatindeki metrobüs kalabalığından beter, ikinci metroya zor bindik. Müze
girişindeki kuyruğu görünce önce bir kahve içelim dedik. Kuyruğun hızlı ilerlediğini
görünce girmeye karar verdik. Çanta kontrol kuyruğu imiş meğerse, giriş parasız
olduğundan fazla uzun sürmedi girmemiz. Ama içerideki insan selinden zorla
kendimize yol açıp, bir harita alıp, dolaşmaya başladık.
Mısır bölümünün zenginliğini
görünce acaba Mısır’da bir şeyler kalmış mı diye düşünmeden edemiyor insan.
Geçtiğimiz yaz Atina’da gezdiğimiz Parthenon tapınağındaki eksik bütün parçaları burada
görmek enteresan oldu. Nedense her iki ülke içinde tarihler hep Osmanlı
İmparatorluğu dönemini gösteriyor.
Bir yaz Bodrum’da,
sıcak bir havada izini sürüp de bulamadığımız “Halikarnas Mozalesi” de bu
müzede.
İlk günün
yorgunluğu, kalabalık ve eserlerin çokluğundan üç saatte ancak giriş katını
dolaşabildik. Çıktığımızda yağmur durmuş, güneş bile çıkmıştı. Yürüyerek “Covent
Garden”a geldik. “Maxwell’s Bar”da güzel bir yemek yiyip dinlendikten sonra,
her köşesinde ayrı bir müzik gösterisi olan sokakları dolaştık. Burası nedense
bana hep enerji verir, yine çok keyifli idi. Ne yazık ki Pazar günleri saat
altı olunca her yer kapanıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder