Hafta sonu müze
gezdik. Washington DC’nin bir müzeler cenneti olduğunu söylemiştim daha önce.
Pırıl pırıl güneşli ama soğuk bir günde ilk tercihimiz “Hirshhorn Museum and
Sculpture Garden” oldu. Nedeni ise burada 2000 yılında annemle Salvador Dali
sergisine gitmiştik ve çok etkilenmiştik. Ama bu sefer “Days of Endless Time”
isimli değişik sanatçıların videolarının yer aldığı bir sergi vardı. Sanırım
ben video sanatını anlamıyorum, 3-5 dakika ne olacak diye bekleyip genelde ne
olduğunu anlayamadan bitiyor. Sadece Miguel Angel Rios isimli İspanyol bir
sanatçının A Morir (‘till Death) isimli videosu etkileyici idi.
Müzenin kuruluşunun
40. yılıymış daha enteresan bir sergi beklerdim. Heykel ağırlıklı diğer
bölümleri de dolaşıp çıktık. Bahçede daha önceden bildiğimiz, Juan Munoz’a ait
heykeller karşıladı bizi.
İkinci durak
“Smithsonian Castle” oldu. Aslında bu müzelerin kuruluş öyküsü enteresan. 1829
da ölen İngiliz bilim adamı James Smithson, hayatı boyunca hiç Amerika’ya
gelmemiş olmasına rağmen, vasiyetnamesinde tüm varlığını ABD’ye Washington’da
“bilgiyi artırmak ve yaymak” amacıyla bir müze kurulması için bırakıyor.
Bürokratik işlemler uzun sürüyor ve 1846 yılında “Castle” yapılarak enstitü
çalışmaya başlıyor. Binanın girişinde soldaki mermer kalafata 1889’da getirilen
Smithson’un kemikleri konuyor. Bugün ise bünyesinde 19 müze var.
“Smithsonian
Castle” daha çok bünyesindeki diğer müzelerin tanıtım ofisi gibi ve tabii ki
müzenin idari ofisleri bu binada.
Charles Lang Freer’in
bağışladığı tüm Uzakdoğu koleksiyonunun sergilendiği “Freer Gallery”e girince
birbirine aşağıdan geçitlerle bağlanmış “Sackler Gallery” ve “African Art
Museum”u da gezdik. Hepsinde birbirinden ilginç sergiler vardı.
Freer Galeri'de
James Whistler’in 1887 yılında yaptığı Venedik resimleri sergileniyordu. Bir
bölümünde de İznik çinilerinin sergilendiği Sackler Galeride ise “Nasta’liq –
Persian Calligraphy” sergisi bize çok ilginç gelmedi. Ama “African Art Museum”daki
Hollywood filmlerinde fotoğrafçı olarak çalışmış Eliot Elisofon’un yirminci
yüzyıl ortasında Afrika’ya yaptığı gezide çektiği fotoğraflardan oluşan sergi
ile Nijeryalı fotoğrafçı Alonge’nin kral ve kral ailesi fotoğraflarından oluşan
sergi çok ilginçti.
Dışarı çıktığımızda
saat altı olmuştu ve çok yorulmuştuk. Metro’ya doğru yürürken karşıma
Georgetown’da bulamadığım “Barnes and Nobles” çıktı. İkinci katında
Starbucks’ta kahvelerimizi içip dinlendikten sonra kitapları karıştırdık,
keyifle eve döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder