Benim gibi harita
ve yön bilgisi zayıf olan bir insan için Washington DC’de yaşamak çok kolay
oldu. Çünkü kuzeyden güneye caddeler sayılarla, doğudan batıya caddeler ise
rakamlarla isimlendirilmiş. Bunun en güzel tarafı sokak ismi öğrenmek zorunda
değilsin. Diğer güzel tarafı ise; yanlış bir yöne de gidiyorsan en fazla bir
blok yürümüş oluyorsun, yine dönüp yolunu bulabiliyorsun. Birde arada eğri
giden bulvarlar oluyor. Bunların bizim dik giden caddelerle kesiştiği yuvarlak
meydanlar çıkıyor karşınıza, bizim “Dupont Circle” gibi. Bu bulvarlar genelde
kestirme oluyor ama karıştırmamak için girmeyebilirsin onlara.
Yani anlayacağınız
dikdörtgenlere bölünmüş şehrin planını L’Enfant tam benim gibilere göre yapmış.
15 yıl evvel Virginia’da yaşarken böyle değildi. Devamlı sokak adı ezberlerdim.
İki de bir kaybolurdum. Allahtan çok iyi bir haritam vardı, yolun kenarına
arabayı park eder yönümü bulur sonra devam ederdim. Üstelik bu sefer arabamda
yok.
Kongre Potomac
Nehri kıyısında bir başşehir kurulmasına karar verdiğinde, 1791 yılında George
Washington Fransa doğumlu Amerikalı Mimar Pierre Charles L’Enfant’ı
görevlendirir. Şehir sıfırdan kurulacağı için meclis, başkanlık sarayı,
bakanlıklar planlanan dikdörtgenler üzerine yerleştirilmiş. Zamanla şehir
büyürken de bu plana sadık kalınarak değişiklikler yapılmış. Bu yüzden çok
muntazam bir şehir, yürüyerek keşfetmesi de çok keyifli.
Güzel bir otobüs
sistemi de var şehrin, üstelik durakta yazan tarife saatleri de genelde
tutuyor. Ama ben yine de havalar güzel olduğundan genelde yakın yerlere
yürüdüm, uzak yerlere giderkende metro kullandım.
Metro sistemi ilk
olarak 1976 yılında sadece DC sınırları içinde ve 5 istasyon olarak başlamış.
Aradan geçen yıllar içinde Virginia ve Maryland’e de uzanınca istasyon sayısı
91 olmuş. Amerika içinde New York metrosundan sonra en kalabalık metroymuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder