25 Ekim 2014

24.10.2014 Cuma


Bugün müze günü.. Yine turist oldum.. Boynumda fotoğraf makinem yürümeye başladım.. Sonbaharda güneşin ışınlarının eğimi o kadar güzel ki, gördüğüm her şeyi fotoğraflayarak ilerledim. İlk durak “National Museum of Women in the ARTS”. Dünyanın her bölgesinden kadın sanatçıların eserlerinin yer aldığı bir müze, New York Avenue üzerindeki Magdelena Abakanowicz’nin “ Walking Figures” adlı heykeli ile karşılıyor sizi.
Müzenin binası 1907 yılında Mason tapınağı olarak yapılmış. 1983 yılında satın alınan bina uzun bir renovasyondan sonra müzeye dönüşmüş. Onaltıncı yüzyıldan günümüze kadar eserleri kapsayan müzeyi gezince sadece bildiğim, sanatçı Frida Kahlo oldu. “SelfPortrait dedicated to Leon Trotsky” , sanatçının 1937 yılında Rusya’dan sürgün edilen Troçki’yi evinde misafir ettiği dönem yaptığı bir resim.




Kısa bir öğlen yemeği ve hızlı bir “Chinatown” turundan sonra sırada aynı binada yer alan “National Portrait Gallery” ve “American Art Museum”. Yapımı uzun yıllar süren bu görkemli bina 1865 yılında Abraham Lincoln’un başkan seçildiğinde kutlama balosu yapıldıktan iki yıl sonra müze olarak halka açılır.
Müzenin bahçesindeki Roy Lichtenstein’a ait “Modern Head” isimli heykelin bir hikâyesi var. Sanatçının ölümünden bir yıl önce, 1996 yılında Dünya Ticaret Merkezin’e bir sokak ilerideki “Battery Park”a konan bu heykel 9/11 saldırılarından ufak tefek sıyrıklarla kurtulur, çevredeki yeniden onarım çalışmalarından zarar görmemesi için 2001 yılının Kasım ayında buraya getirilir.


Amerikan başkanlarının portrelerinin yer aldığı bölüm pek ilgimi çekmese de “Face Value: Portraiture in the Age of Abstraction” çok ama çok güzeldi, ne yazık ki fotoğraf çekmek yasaktı. “Time Covers the 1960s” ise o yıllarda Time dergisi kapağı için çizilmiş grafikler veya dergi kapağından etkilenip resim yapmış ressamların eserlerinden oluşan güzel bir sergiydi. Lichtenstein’ın 1968 yılında yaptığı “Robert Kennedy” resmi, efsanevi müzik grubu Beatles’ın heykelleri muhteşemdi.



“American art Museum” tarafında ise ikinci kattaki “Modernism” ve “Impressionism” bölümleri en çok ilgimi çeken bölümler oldu; Roy Lichtenstein, Georgia O’Keffee, Arthur Dove hep sevdiğim isimler.. Şubat ayına kadar sürecek olan Richard Estes’ sergisine geldiğimde artık ayakta duracak halim kalmamıştı. Müzenin muhteşem bahçesinde (üstü cam ile kaplı içinde kocaman ağaçları ve kafeteryası olan yer (museum courtyard)) dinlenmeme rağmen, sergiyi istediğim gibi gezemeyeceğime karar verince metro ile eve döndüm.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder